Ne oluyoruz? Danimarka, derken Norveç, Almanya ve Fransa... Şu karikatür kuşatmasından bahsediyorum. Kaç gündür sabah akşam bu haberlerle dertleniyoruz. Bazı yazarlarımız Danimarka mallarını külliyen boykot çağrısı dahi yaptılar.
Bu üzücü haberleri işitip de Sultan Abdülhamid'i anmamak mümkün mü? Devletin en müşkil anlarında bile Düvel-i Muazzama'nın idarecilerine sözünü geçirebilen ve İslamiyet hakkında kalem oynatır veya tiyatroda bir eser sahneye koyarken dinî değerlerimize karşı daha itinalı olmalarını sağlayan bir derin hassasiyetin değişmez adresiydi Halife hazretleri.
İşte onun Peygamber Efendimiz (sav) ve ecdadının haklarını, hem de şu Yıldız Sarayı'ndan dışarıya adımını atmadan nasıl savunduğuna ilişkin birkaç olay.
Yıllardan 1890'dır. Fransız akademisi üyelerinden Marki de Bonnier, "Muhammed" adlı bir dram yazarak Comedie Français'e teslim etmiştir ve alınan haberlere göre oyunun provaları başlamak üzeredir. Sahnede bir aktör Hz. Peygamber rolüne çıkacaktır. Oyunun Efendimiz'in manevî şahsiyetini, dolayısıyla İslam dinini ve Müslümanları küçük düşüren hakaretamiz bölümler ihtiva ettiği haberleri Abdülhamid'i "Halife-i Müslimîn" sorumluluğuyla derhal harekete geçirecek ve yalnız o tiyatroda değil, bütün Fransa'da sahnelenmesini engelleyecektir oyunun. Nasıl mı? Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot'ya Paris Sefiri Salih Münir Paşa eliyle haber uçurarak. Tabii Carnot Cenaplarına, İslamiyet'e yaptığı bu mühim hizmet karşılığında bir Nişan-ı İmtiyaz takdim edildiğini söylememe gerek yok.
Ancak de Bonnier de işin peşini bırakmaya niyetli değildir. Bu defa eserini Abdülhamid'in diş geçiremeyeceğini tahmin ettiği, devrin ABD'si olan İngiltere'de oynatmak için girişimde bulunur. Ne var ki, Irving adlı bir aktörle anlaşmış olmasına, bir nevi devlet tiyatrosu olan Lyceum Kraliyet Tiyatrosu'nda oynanması kararlaştırılmasına rağmen, Abdülhamid'in müdahalesinden kurtulamaz. Bu defa diplomatik kanallardan bizzat İngiltere'nin ılımlı Dışişleri Bakanı Lord Salisbury devreye sokularak piyesin yalnız o tiyatroda değil, bütün İngiltere'de oynanması yasaklanır.
Marki de Bonnier-Sultan Abdülhamid kovalamacasının böylece noktalanmış olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü bu işin bir de üçüncü raundu var.
Devir değişmiş, Lord Salisbury gitmiş, yerine bir başka Lord, İslamiyet'e daha mesafeli duran Roserbery geçmiştir. Bunun üzerine Marki de Bonnier yeniden atağa kalkar ve bir başka Londra tiyatrosuyla anlaşır. Ancak bu defa da eserini sahneye koydurmayı başaramayacaktır. Velhasıl Abdülhamid'in mahir diplomasisi, bu mel'anetin icrasına müsaade etmeyecektir. Nitekim 1900 yılında Paris'te oynanmak istenen Muhammed'in Cenneti adlı bir başka piyesin ancak ismi ve muhtevası değiştirilerek sahneye konulur hale getirilmesi de onun ince diplomatik girişimlerinin eseridir.
Keza Roma'da oynatılmak istenen Fatih Sultan Mehmed üzerine bir piyes de, Osmanoğullarının küçük düşürüleceği gerekçesiyle yasaklatılmıştır. İşin ilginç yanı, kendi gücünün yetmediği durumda yakın dostu Alman İmparatoru Wilhelm'i devreye sokarak bunu başarmasıdır. Yasaklama olayını haber veren 15 Nisan 1890 tarihli bir İtalyan gazetesi (Capitan Fracassa) aynen şunları yazmaktaydı: "Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine, Sultan [Abdülhamid], kendisine, bir Rus filosunun Boğaziçi'ne doğru hareket halinde bulunduğu bildirilmiş gibi, heyecana kapıldı. İmparator Wilhelm de ilgilenmiş göründü."
Abdülhamid Han'ın sevgili Peygamberine, İslamiyet'e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı, güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına, müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar İslamiyet'le ilgili eserleri daha bir titizlikle seçer olmuşlardır. Sonuçta gerek Fransa'da, gerekse İngiltere ve İtalya'da, hatta İngiliz işgali altında bulunan Hindistan'da Peygamber Efendimiz ve Osmanlı padişahlarına yönelik bu tür hakaret içeren eserlerin sahnelenmemesi yolunda bir gelenek oluşmuştur. Nitekim Avrupalı bürokratların Osmanlı'nın hassasiyetini nazar-ı dikkate aldıklarını ve basını da zaman zaman uyardıklarını görüyoruz. Bu da Abdülhamid'in iktidar ve nüfuzunun sadece içeride ve sadece İslam âleminde değil, Avrupa'da da oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.
Bir piyes için koca Alman İmparatoru II. Wilhelm'i bile devreye soktuğuna bakılırsa onun bu işleri ne kadar ciddiye aldığı ve aldırdığı rahatlıkla anlaşılır. Aleyhteki propagandasına son vermek için bir ara İngiltere'nin ünlü "The Times" gazetesini satın almaya dahi kalkıştığı söylenir Sultan'ın. Neden vazgeçtiğini bilmiyorum. Ama hiç de yabana atılacak bir fikir değil bence. Düşünsenize, "Times" gazetesi bizim olsaydı...
Mabeyn kâtiplerinden Tahsin Paşa'nın yalancısıyım. Sultan Hamid her sabah "Times", "Temps", "Kölnische Zeitung", "Tribune", "Standard" gibi İngilizce, Fransızca ve Almanca gazetelerin siyasî makalelerini günü gününe tercüme ettirip inceler, tepki verilmesi veya düzeltilmesi gereken haber ve yazıları işaretler ve bazı ünlü yerli ve yabancı yazarlara cevaplar yazdırarak o gazetelerde yayınlatırmış. Bununla da yetinmeyen propaganda üstadı Abdülhamid, Avrupa gazetelerinin temsilcilerini saraya çağırır, onlara iltifatlar edip hediyeler takdim ettikten sonra, çıkan haberlerin düzeltilmesini rica edermiş. İtiraz etmek ne mümkün! Birkaç gün sonra bakarmışsınız ki, o muhabirler aynı gazetede bu defa Osmanlı lehine haberler yazmışlar.
Şimdikiler ne yapıyor? Biliyorsunuz. Ve biz bu işleri becermiş olan adama, şahsî iktidarı için diktatörlük yaptığı iftirasını atmaya devam ediyoruz. Peygamberinin hakkını savunmanın şahsî iktidar tutkusuyla ne alakası var? Bilen varsa söylesin.