Osmanlı Devleti'nin en çok tartışılan padişahlarından biridir İkinci Abdülhamid. En çalkantılı döneminde 33 yıl boyunca devleti başarılı biçimde yöneten Abdülhamid Han, hem iç hem de dış pek çok tehditle karşı karşıya kaldı. Hatta tertiplenen bir suikasttan kıl payı kurtuldu. Uyguladığı politikalar eleştirildi, hakkında "Kızıl Sultan" gibi birçok lakap uyduruldu. Geçtiğimiz hafta İkinci Abdülhamid Han'ın vefatının 88. yıldönümüydü. Sadece Türkiye'de değil, Uzakdoğu'da da anıldı Ulu Hakan. Başta Singapur olmak üzere Endonezya, Japonya ve Malezya'da ruhuna Mevlit-i Şerifler okundu, Uzakdoğu'ya verdiği destek hayırla yâd edildi.
Abdülhamid sevgisinin yaşatıldığı yerlerden biri de Singapur. Uzakdoğu'nun ticaret merkezi olan bu küçük ülke, Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han'dan kalan tarihî mirası yaşatmaya çalışıyor hâlâ. Singapur'da Abdülhamid sevgisinin yaşandığı ana merkez ise Ba'alwie Camii... Abdülhamid için hazırlanan müze ve özel oda ziyaretçileri duygulandırıyor.
Ba'alwie Camii soyu Osmanlı'ya dayanan Alataş ailesi tarafından 1954 yılında inşa edilmiş. Camide üç kuşaktır yine bu aileden gelen imamlar görev yapıyor. Vakıf özelliğini taşıyan cami, bu ülkeye gelen Türkler tarafından mutlaka ziyaret ediliyor. Caminin Singapurlu Müslümanların ilk ibadethanelerinden olduğunu söyleyen İmam Hasan bin Alataş, "Singapurlu Müslümanlar Abdülhamid Han'a çok hürmet besler. Bu sevginin göstergesi olarak camimizdeki müzede kendisinin orijinal yağlı boya tablosu asılı. Her ölüm yıldönümünde ruhuna bağışlamak üzere Kur'an-ı Kerim okuyoruz." diyor.
Soylarının üç nesil öteden Osmanlı'ya dayandığını belirten İmam Alataş, Singapur'daki Müslümanların Abdülhamid'e olan sevgisini ise şöyle anlatıyor: "Sultan Abdülhamid Han, Singapur'u İslâm yönünden doyurdu. Tefsir âlimlerinden Kadı Beydavi'nin Kur'an mealini Malayca'ya çevirerek göndermiş olmasaydı İslâm bu ülkede belki bu kadar gelişmezdi. Kendisi, Singapur'a ilk Malayca Kur'an'ı gönderen biriydi." Sultan Abdülhamid'in daha sonra Singapurlu Müslümanların İstanbul'daki baskı imkânından yararlanmasına da fırsat verir. Böylece Malayca hazırlanan Kur'an-ı Kerim'leri kısa zamanda çoğaltmak mümkün olur.
Ba'alwie Camii'ndeki Abdülhamid Müzesi'nin her köşesinde Osmanlı'ya ait eserler sergileniyor. Bunların arasında en dikkat çekeni şüphesiz İstanbul'da basılan ilk Kur'an-ı Kerim ile Sultan Abdülhamid'in Singapur'a gönderdiği ve Malayca'ya tercüme edilen Kur'an-ı Kerim. Neredeyse 200 yıllık el yazması Kur'an'lar gelenleri hayrete düşürüyor. Müzede sergilenen diğer eserler arasında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mührü, Osmanlı'da kullanılan ve 110 yıllık olduğu belirtilen mektup açacağı, 120 yıllık geçmişe sahip bayan para kesesi de yer alıyor. Osmanlı ibrikleri, kılıçlar, takkeler ve sikkeler de hemen göze çarpan eşyalar arasında... Muhammed bin Selim Alataş tarafından inşa edilen camide yüze yakın el yazması Kur'an-ı Kerim olduğunu söylüyor yetkililer. Caminin aynı zamanda ülkedeki Müslüman büyükelçilerin buluşma yeri olduğunu da dile getiriyorlar.
Abdülhamid'in Uzakdoğu politikası
Singapur'da Abdülhamid Han'a gösterilen ilgi, Sultan'ın bu bölgeye yönelik politikasının zamanında ne kadar etkili olduğunu gösteriyor aslında. Abdülhamid'in Uzakdoğu ilgisi şehzadelik dönemlerine uzanıyor. Henüz tahta çıkmadan dört yıl önce, 1872 yılında Paris'te düzenlenen bir sergiye Japonya diye bir ülkenin katılacağını öğrenen Şehzade Abdülhamid, doktoru ve danışmanı Mavroyeni Bey'den bu ülke hakkında bir rapor hazırlamasını talep eder. Amacı, Doğulu bir halkın kendi inanç ve geleneklerini terk etmeden modernleşme yolunda aldığı mesafeyi yakından incelemektir.
Sultan Abdülhamid, tahta çıktıktan dört yıl sonra (1880) Japonya İmparatorluğu'ndan Prens Hebi'yi İstanbul'da ağırlar. Misafirlerinden İmparator Mikado ve Japonya hakkında bilgiler alır. İlgiden fevkalade memnun kalan Japonlar, iki ülke arasında ticarî ve siyasî münasebetler kurulmasını teklif eder. Böylece Osmanlı Devleti ile Japonya arasında ilk bağlar kurulur. 1887'de bu defa İmparator Mikado'nun dayısının oğlu Mareşal Prens Akihito başkanlığında bir heyet İstanbul'a gelir. Japon imparatoru, Abdülhamid'e özel bir mektupla devletin en büyük nişanını gönderir. O zamana kadar Batılı ülkelerden hiçbirinin nişanını kabul etmeyen Sultan, Mikado'nun bu hediyesini kabul eder. Japonya'nın iyi niyet girişimlerine bir gemi göndererek mukabele etmek ister. 581 seçme denizcimizi kaybettiğimiz 'Ertuğrul'un hazin macerası da böyle başlar.
26 Mayıs 1890'da, 11 ay süren bir yolculuktan sonra Japonya'nın Yokohama Limanı'na ulaşan Ertuğrul gemisi top atışlarıyla karşılanır. Japon halkı limanda toplanır, sokaklarda tezahürat yapar, Osmanlı'dan gelen misafirleri halk evlerinde ağırlar. Hele bir cuma günü gemi mürettebatının bir meydanda topluca namaz kılması halkta İslâm'a karşı bir araştırma merakı uyandırır. Her akşam, 50 kişilik bandosuyla binlerce Japon'a konserler veren Ertuğrul gemisi, Japon sularında 3 ay kadar kalır. Dönüş için denize açıldıktan bir gün sonra şiddetli bir tayfuna yakalanır. 44 saat su yüzünde dalgalarla boğuşur. Neticede Osima kıyılarındaki kayalıklara çarpar ve parçalanır. Gemi enkazından ancak 69 kişi kurtarılır.
Kazadan sonra Japonya'da günlerce yas tutulur. Yardım kampanyaları açılır, imparatorun eşi dahi kendi elleriyle yaralı askerlerimize elbise dikmek için seferber olur. İmparator Mikado, Türk kazazedelerini İstanbul'a iki Japon harp gemisi ile gönderir. Sultan Abdülhamid, olaydan sonra günlerce ne yer, ne içer, ne de konuşur.
Sultan Abdülhamid Han İslâm âlemi ile yakından ilgilenen bir padişahtı. Dünyanın öbür ucundaki Müslümanlara heyetler gönderiyor, İslâmî cemaatlerle haberleşiyordu. Müslümanların halifesi sıfatıyla Hindistan'a, Çin'e, Java'ya (bugünkü Endonezya Adaları), Orta Asya memleketlerine heyetler gönderiyordu. Şüphesiz bu politika o dönemde bölgede hâkimiyet mücadelesi veren İngiltere'yi tedirgin ediyordu. Zira, Abdülhamid'in Müslümanlara sahip çıkma, onlara yardımcı olma politikası bölgede yaşayan halkları Osmanlı ile birlikte hareket etmeye sevk ediyordu. Bu da İngilizlerin bölgedeki çıkarlarına ters bir gelişmeydi tabii ki...
Buharalı Şeyh Süleyman'ın Rusya Müslümanları ile halife arasında bir köprü vazifesini görmesi, Şirvanizade Ahmet Hulusi'nin Afganistan'a, Ferik Paşa'nın Çin'e gönderilmesi, Han Hüseyin Lebbe'nin Markar'a konsolos olarak tayin edilmesi, Kasım 1900'de Ahmed Ataullah Efendi'nin Sultan Abdülhamid adına Singapur'daki Müslümanlarla temas kurması söz konusu politikanın birer parçasıydı.