OSMANLI’NIN GALATAPORT İHALESİ , MUSTAFA ARMAĞAN

OSMANLI'NIN GALATAPORT İHALESİ
MUSTAFA ARMAĞAN

Güncelliğe tarih penceresinden bakınca neler çıkmıyor ki! Geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen tartışmalı Galataport ihalesinin bir benzeri, 1890'larda, hem de Sultan II. Abdülhamid döneminde gerçekleşmiş. Ama nasıl?
Efendim, İstanbul'un limanları evvel eski vardır ve meşhurdur ama bunlar esas olarak kürekli veya yelkenli gemilere göre ayarlanmıştır. Yüksek tonajlı gemiler şimdiki gibi iskeleye kadar yanaşamıyor, belli bir mesafede demir attıktan sonra yük ve yolcularını kayıklar vasıtasıyla kıyıya aktarıyordu. Yani doğrudan doğruya gemiden ambara, ambardan gemiye mal aktarmak mümkün değildi. Bu durumda limanlar, kayıkçılar ve hamallar için en yağlı ekmek kapılarından biri oluyordu. Nitekim 1826'da kapatılmadan önce Yeniçeri Ocağı mensuplarının geçim kapılarındandı limanlar ve gümrükler.

Gelgelelim, buharlı gemilerin icadı ve II. Mahmud döneminde "buğ gemisi" namıyla denizlerimizde seyr ü sefere başlaması, ağır tonajlı gemilerin yanaşmasına müsait rıhtımlar yapılması ihtiyacını hissettirecekti. Bu ihtiyaç, İngiliz ve Fransız donanmasından hatırı sayılır miktarda geminin İstanbul'a geldiği ve aylarca, hatta yıllarca kaldığı Kırım Harbi yıllarında mübrem hale geldi. Kendi rıhtımlarına kolayca asker ve mühimmat çıkartmaya alışkın İngiliz ve Fransız bahriyesi İstanbul'da pek çok müşkilatla karşılaşmıştı. Mesele Abdülaziz devrinde ele alındı ama bir karara bağlanması, kuzeni Abdülhamid dönemine kaldı.

İstanbul'a rıhtım yapılması, büyük çaplara ulaştığı tahmin edilen kaçakçılığın da denetim altına alınması için şart olmuştu. Nihayet 1879'da, daha önce İstanbul'un deniz fenerlerini işletme imtiyazını almış olan Marius Michel adlı, sonradan Müslüman olan bir Fransız'ın sunduğu proje kabul edildi ve çalışmalara başlandı. İmtiyaz verildi ve bir şirket kurması istendi kendisinden. Tabii Galatalılar ve çıkarları zedelenecek olan kesimlerin hararetli itirazları gelmekte gecikmedi. İşte şirket canı istediği gibi tarifeye zam yapacak, kayıkçıların hali ne olacak vs. Ancak unuttukları şey, devletin süngü gibi şirketin tepesinde durduğu gerçeğiydi.

Osman Nuri Ergin, "Mecelle-i Umur-ı Belediye"nin 5. cildine hükümetin şirketle yaptığı mukavele ve nizamnameyi almıştır. Bunlara bakılınca, Abdülhamid'in Galataport işini ne denli sıkı tuttuğu anlaşılır. Proje kapsamında yalnız Galataport değil, "Sirkeciport" da vardı, hatta Sirkeci ve Tophane'den başlayan rıhtımlar, Haliç'in iki yakasında, Unkapanı Köprüsü'ne kadar boydan boya devam edecekti. Şirket buralarda rıhtım, dok ve antrepolar inşa edecek, buna mukabil indirilen mallardan ağırlığına göre belirlenecek bir tarife üzerinden gümrük vergisi alacak, bunun belli bir kısmını devlete ödeyecek, geri kalanı kendi kârı olacaktı. İmtiyaz süresi 85 yıldı. Bir nevi yap-işlet-devret modeli uygulanacaktı. Ancak sözleşmeye öyle bağlayıcı kayıtlar konulmuştu ki, bu şartlar zamanında yerine gelmediği takdirde devlet şirketi yetkisiz ilan ederek mal ve binaları açık artırmaya dahi çıkartıp satabilecekti (bkz. Şartname'nin 17. maddesi).

İş sıkı tutulmuş, önce inşaat alanlarının 1/100 haritalarının çıkartılması istenmiş, ardından da her aşamada kontrolün Bayındırlık (Nafia) Bakanlığı tarafından yapılacağı, bu işe mahsus müfettişler tayin edileceği, dahası, bu müfettişlerin maaşlarının da şirket tarafından ödeneceği şartı getirilmiştir. Ayrıca Denizcilik Bakanlığı, isterse deniz subaylarından birisini komiser olarak başına dikebilecektir Dersaadet Rıhtım ve Dok ve Antrepolar Şirketi'nin. İstimlakler sırasında abidelere, camilere ve hayır eserlerine dokunulmaması gerektiği de ısrarla belirtilmiş, devletin 40 yıl sonra doğrudan doğruya işletmek üzere rıhtımdaki tesisleri satış hakkını elinde bulundurduğu 7. madde ile tespit edilmişti. Tarifeler de başıboş bırakılmamıştı; ancak Bakanlığın onayıyla zam yapılabilecek ve en az bir ay öncesinden ilan edilmiş olacaktı.

Bir de rıhtım ve binaların kontrolü maddesi var ki, tam Osmanlı'ya yakışacak tarzda düzenlenmiştir. Bunlar önce Bakanlıkça bilimsel incelemelerden geçirilerek "geçici" olarak kabul edilecek, ancak ertesi yıl test ve incelemeleri yapılıp sağlam raporu verildikten sonra resmen teslim alınacaktır.

Tabii rıhtımın nasıl görüneceği de önemlidir. Şöyle diyor 22. madde: "Gümrüklerin rıhtım üzerinde bulunan yüzü, muamelat-ı rüsumiyyenin (vergi işlemlerinin) ihtiyacatına göre ne halihazırından noksan ve ne de şimdiki yüzün 1,5 mislinden fazla olmayacaktır." Ardından da tek tek hangi vergilerin ne kadar alınacağı karara bağlanıyor. (Mesela "palamar resmi" ton başına 1 frank, "rıhtım resmi" 3 frank vs.) Ama en önemlisi de, şirket ile Devlet-i Aliyye arasında çıkabilecek ihtilaflarda Osmanlı mahkemelerinin yetkili olacağı maddesidir.

Kapitülasyonlar devrinde bile Abdülhamid, Galataport'u bir yabancı şirketin insafına teslim etmemiş, sermaye dışarıdan da gelse, merkezi İstanbul'da olacak bir "Osmanlı şirketi"yle, yani Osmanlı kanunlarına göre kurulmuş bir şirketle çalışmayı tercih etmiştir. Ve nihayet, inanılmaz bir ayrıntıcılıkla, delikli tuğladan kanarya yemine, susam yağından gazyağına, kafes hayvanlarından şapa kadar yüzlerce kalemin tek tek sayıldığı bir tarife listesi çıkarılmış ve şirkete 'buyur, çalış' denilmiştir.

Galata rıhtımı 1895'te hizmete açılmıştı. Modernleşme çabaları devam ediyordu. Ancak kuralları koyan taraf olmak istiyordu Osmanlı. Etrafta bazı söylentiler dolaşıyor, şirketin Galata'dan toprak talep edeceği endişesi yayılıyordu. Nitekim tez canlılığıyla tanıdığımız Abdülhamid, şirketin işi geciktirmesi üzerine bir operasyona girişmiş, sözleşmeye dayanarak, imtiyaz hakkını feshedip şirketi satın almaya bile kalkmıştı. İlginçtir, gözdağı vermeyi amaçlayan bu girişim işe yaramış ve inşaat hızlanmıştı! 110 yıl önce, ekonomisi batmış bitmiş denilen, adı Hasta Adam'a çıkartılmış Osmanlı, Galataport'u bu şartlarda açmıştı hizmete. Bakalım biz neler yapacağız?

Osmanlı'da ilk otomobil ilk kaza ve ilk eczane

Abdülhamid'e "otomobil düşmanı" bile diyenler var. Lakin ilk otomobilin de onun izniyle geldiğini nedense gizliyorlar. İstanbul'a ilk benzinle çalışan otomobil, Galata rıhtımının açıldığı 1895 yılında, sonradan Basra mebusu olacak Züheyrzade Ahmed Bey tarafından getirilmiştir. İlk otomobilin halk arasında görücüye çıktığı yer ise Fenerbahçe semti olmuş. İlk otomobil kazası ise 1912'de, bugünkü Şişli Camii'nin bulunduğu mevkide vuku bulmuş, bir Arnavut vatandaşımıza çarpan İtalyan elçiliğinin şoförü kaçarken Pangaltı'da polisler tarafından yakalanmıştır. Bereketli bir yıl olmalı bu 1895: İlk modern eczane de aynı yıl, Ahmet Hamdi Bey tarafından Zeyrek yokuşunun başında açılmıştır.